Bir çok değerli eser yapmış iyi bir sanatçıydı. Yeni bir eser yaratmayalı uzun zaman olmuştu, yaratıcılığı beynini kaplayan ego sisinin ardında kalmıştı sanki. Yaptığı hiçbir şeyi beğenmiyor, daha önceden yaptığı şeylerle kıyaslıyordu.
Bir gün kapısı çaldı, gelen elinde resim kutusu olan bir gençti,
> Ne istiyorsun?
> Ben sizinle tanıştığıma çok mutluyum
> Oğlum daha tanışmadık, tanıştırsana kendini.
> Ben cemil resim çiziyorum, belki bana yardımcı olursunuz diye geldim
> Sana ayıracak vaktim olduğunu da nereden çıkardın?
> Sadece şansımı denemek istedim,
Bu cüretkar gence hayır diyemedi ve onu içeri buyur etti, hatta soğuk bir kola bile ikram etti.
> ee buraya kola içmeye mi geldin? Resimlerini gösterecek misin?
> Pardon heyecanlıyım da biraz.
Genç resim kutusunu açtı ve resimlerini çıkarmaya başladı. Sanatçı gördükleri karşısında hayrete düşüyor, söyleyecek kelime bulamıyordu. Genç çıkardıkça çıkarıyordu, yağlıboya kara kalem, grafik hepside birer sanat eseriydiler, hatta sanatçının o zamana kadar yaptıklarından kat be kat iyi şeylerdi, hatta benim diyen bir çok sanatçının da yaptıklarından.
> Bunları nasıl yaptın?
> Güzeller mi?
> Evet, söylesene nasıl yaptın bunları?
> Bilmiyorum bir sabah kalktım ve resim yapmayı istedim bir anda oluverdi
Gencin bu tavrı sanatçıyı sinirlendirmişti, kendisi bu işe kırk yıldan fazla zamanını vermiş ama bu kadar güzel şeyler yapamamıştı. Mutfağa gitti gözleri kararmıştı, başı dönüyordu, aklına gelen şeyleri düşünmemeye çalışıyordu. Ama sürekli aynı şeyi düşünüyordu, o resimlere ben sahip olmalıyım, onlar benim resimlerim olmalı. Bu işe bunca yıl emek verdim, sanırım bu önüme çıkar bir fırsat, karma onları benim almam için karşıma çıkardı.
Yeniden odaya döndü, çocuk gitmek için hazırlık yapıyordu,
> Nereye?
> Ben artık kalkayım, geç oldu ve bunları nasıl değerlendireceğimi araştıracağım
> Bence onların hepsini çöpe at
> Ama biraz önce iyi olduklarını söylemediniz mi?
> Seni kırmak istemedim ama şimdi söylüyorum bunlar çok kötü, bir ilk okul çocuğu bile daha iyisini yapar.
> Söylediğiniz şeylerin doğru olduğunu düşünmüyorum tavrınız çok garip
> Sana yalan söylemiyorum, istediğini yapabilirsin, ben bu işe yıllarımı verdim kötüyü iyiyi iyi bilirim.
Genç, sanatçının söylediklerine kızmıştı, gitmek için doğruldu, ama sanatçı onu omzundan tutarak tekrar koltuğa oturttu, genç cılız biriydi, çabuk hırpalanabilirdi.
Sanatçı o an belki daha sonra bin kez düşünse de neden kapıldığını anlayamayacağı bir hisse kapıldı; “gencin eserlerini onu öldürmek pahasına bile olsa elinden almalıyım”.
> Onları bana ver,
> Neden verecekmişim lütfen bırakır mısın gideyim yoksa polisi ararım,
> Onları vermeden gidemezsin!
> Git ulan ihtiyar beni korkutamazsın!
İşte o an gözünün karardığını damarlarına kalbinin daha hızlı kan pompaladığını hissetti, 1985 yılında aldığı “yılın en iyi sanat eseri” ödülünü aldı ve gence vurmak için hamle yaptı, genç cılız biri olsa da atikti, onun bu atağından korunmak için, sağa hamle yaptı, ağırlığı boşa sallayan sanatçı dengesini kaybederek başını mermer sehpaya çarptı, ve bayıldı.
Odanın ortasında bir anda kendine geldi genç tekrar vurmasın diyerek elinden ödülü aldı, o anda içeriye sanatçının bir yıldır yurt dışında okuyan ama okul taksitleri yatırılmadığından mezuniyeti askıya alınan oğlu girdi. Elinde ağır bir cisim tutan bir adam ve yerde başı kanayan babasını görür görmez gence atıldı. Yakalayarak etkisiz hale getirdi, tüm “durun”, “yanlış anladınız” yalvarışlarına rağmen.
Birkaç dakika sonra polis, biraz daha sonra ambulans geldi. Sanatçı ölmüştü, genci hapse attılar 1. derece adam öldürmek suçundan müebbet hapse.
Aradan aylar geçti sanatçının oğlu babasının yayınlanmayan eserlerini değerlendirmiş onları sergilemiş ve hepsi için ölen büyük sanatçı adına büyük paralar kazanmıştı, o sırada b tipi ceza evinde günlük gazetelerden biri okuyan yükümlü gazetede yer alan sergi haberine bakarak hafifçe gülümsedi, eserlerinin değerini görünce garip bir şekilde sevindi ama bu sevinci gardiyanın “içeri gir” tekmesi ile son buldu, zira havalandırması bitmişti.
Friday, August 29, 2008
Çelik Kalem Kutu
İlk kez evde yalnız kalıyor ve korkuyordu. Sanki gölgeler hareket ediyor, yan odadan ayak sesleri geliyor veya biri arkasında duruyordu. Çocukluğundan beri evde yalnız kalmaktan korkardı zaten ve hep böyle şeyler hissederdi. Şimdi yüzünü kapıya çevirmiş bütün ışıkları açmış televizyon seyrediyordu. Çok uykusu geldi bir an, televizyonu kapattı, ışığı kapatmadan odasına ilerledi, hiç adeti olmamasına rağmen dişlerini fırçaladı yatağına havanın çok sıcak olmasından dolayı yorganı kaldırmadan yattı.
Uyumak üzereydi bir anda gözlerini açıp kapıya doğru baktı, ışığın odaya vuran gölgesi hareket ediyor artıp çoğalıyordu, işte korktuğu başına gelmişti, içeride resmen biri vardı.
Kalp atışları hızlandı, ağzı kurudu, ve kaskatı kesildi. Yatağında doğruldu, odasında kendini korumak için bir cisim aramaya başladı, çelikten eski bir uçak savar kovanı buldu, bunu kalemlik olarak kullanıyordu. Kapıdan yüzünün yarısını uzattı ama gözleri bozuk olduğundan içeriyi pek seçemiyordu yavaş yavaş odaya yaklaşmaya, pervazı kolonu kendine siper etmeye çalışıyordu nihayet odanın yanına geldi, gördüğü biraz sevinmesine biraz küfür etmesine yol açtı, bu devasa bir kara sinekti. Tekrar yatağına yattı, bu sefer içerideki ışığı da kapattı çünkü şanslar eşit olmalıydı.
Sabah olduğunda her zamanki gibi perdesini aralayıp camdan dışarı baktı ve “ne güzel bir gün dedi” odasından çıktı ve oturma odasına o kara sineğin ampul ile seviştiği odaya gitti. Oda darmadağınıktı. Her yer dağılmış eşyalar alabora olmuştu. İşte o an gece gördüğü gölgelerin sadece sinek olmadığını anladı, diğer odalara değerli eşyalarının yerlerinde durup durmadığına baktı, hepsi yerindeydi. Bir an mutlu oldu hem zarar görmemiş hem de hırsız değerli eşyalarını bulamamıştı, o an kafasında bir acı hissetti ve bayıldı.
Ayıldığında, anladı ki hırsız o uyandığında hala evindeydi ve onun kalkarak değerli eşyalarına bakmasını bekliyordu. Bir süre öylece yerde kaldı ve çelik kalem kutusuna baktı ve taşınmayı düşündü.
Uyumak üzereydi bir anda gözlerini açıp kapıya doğru baktı, ışığın odaya vuran gölgesi hareket ediyor artıp çoğalıyordu, işte korktuğu başına gelmişti, içeride resmen biri vardı.
Kalp atışları hızlandı, ağzı kurudu, ve kaskatı kesildi. Yatağında doğruldu, odasında kendini korumak için bir cisim aramaya başladı, çelikten eski bir uçak savar kovanı buldu, bunu kalemlik olarak kullanıyordu. Kapıdan yüzünün yarısını uzattı ama gözleri bozuk olduğundan içeriyi pek seçemiyordu yavaş yavaş odaya yaklaşmaya, pervazı kolonu kendine siper etmeye çalışıyordu nihayet odanın yanına geldi, gördüğü biraz sevinmesine biraz küfür etmesine yol açtı, bu devasa bir kara sinekti. Tekrar yatağına yattı, bu sefer içerideki ışığı da kapattı çünkü şanslar eşit olmalıydı.
Sabah olduğunda her zamanki gibi perdesini aralayıp camdan dışarı baktı ve “ne güzel bir gün dedi” odasından çıktı ve oturma odasına o kara sineğin ampul ile seviştiği odaya gitti. Oda darmadağınıktı. Her yer dağılmış eşyalar alabora olmuştu. İşte o an gece gördüğü gölgelerin sadece sinek olmadığını anladı, diğer odalara değerli eşyalarının yerlerinde durup durmadığına baktı, hepsi yerindeydi. Bir an mutlu oldu hem zarar görmemiş hem de hırsız değerli eşyalarını bulamamıştı, o an kafasında bir acı hissetti ve bayıldı.
Ayıldığında, anladı ki hırsız o uyandığında hala evindeydi ve onun kalkarak değerli eşyalarına bakmasını bekliyordu. Bir süre öylece yerde kaldı ve çelik kalem kutusuna baktı ve taşınmayı düşündü.
Hezeyan
Tatilinin tadını çıkarmaya çalışıyordu, bu dingin sessizlik sinirlerini bozsa da mutlu olmalıydı. Cennetten bir parçaydı burası sanki, o kadar temiz bir havası, o kadar güzel bir denizi vardı ki insanlar orada bir lekeydiler. Tatile tek çıkmaya alışmıştı artık yıllardır yalnızdı, sadece sevgili olarak değil hiç normal arkadaşı da yoktu. İnsanlar onu sıkıcı ve itici buluyorlar bu yüzden onunla muhatap olmak istemiyorlardı.
Akşama kadar iskeledeki yastık şezlonglarda uyuyor arada bir denize giriyor, sonra denizden çıkıp tekrar uyuyordu.
Gece olmuştu yine, tam üç gündür buradaydı ve daha ikinci günden sıkılmıştı. Kendini avuttuğu tek bir yalan vardı, “kimbilir kaç kişi yerimde olmak ister” ama tatil için bile onun yerinde olmak isteyecek adam zor bulunurdu. Duşunu çoktan almış ve beleş diye uzun uzun yıkanmış su akıtmıştı. En beğendiği kıyafetlerini giydi, bulunduğu pansiyonun biraz aşağısındaki gece kulübüne gidip 34 yıllık bekaretini bozacak kadını bulacaktı daha doğrusu umuyordu.
Kapıdaki güvenlik uzun boylu, geniş omuzlu, yanık tenli, küçük kafalı bir adamdı. Onu geçmek pek kolay olmayacak diye düşündü içinden, kapıya doğru kendinden emin adımlarla hani sanki yıllardır böyle ortamlara sorun olmadan girer çıkarım, beni durdurmaya kalkarsan öküzlük sendedir, edasını takındı, tam kapıdan girecekken güvenlik önüne geçti,
>birader damsız almıyoruz,
>beni tanımıyor musun?
>….
>iyice bir bak
>aa pardon özür dilerim geçin buyurun,
>valla mı?
>dur ulan hıyar, damsız giremezsin!
“Beni içeri sokmazsan damı nereden bulayım” diye iç geçirdi, arkasına bakarak gitmeye başladı zira burası ıssız bir yerdi, bu gece kulübüne gitmezse yapacak tek şeyi eve gidip içmek olacaktı.
Pansiyona gelmek üzereyken, birkaç ses ve gülüşmeler duydu, hemen o yöne saptı. Bir evin bahçesine kadınlı erkekli bir gurup içiyor ve sohbet ediyorlardı. Yanlarına yanaştı ve,
>parti biletli mi?
>ne partisi?
>İşte bu parti eğlenerek gülüyorsunuz ya?
>biz hep böyleyiz bize parti gibi gelmedi de bir an pardon
>…
>katılsana bize, hey?
O an anladı ki hayatı çok boktandı ve asla olmak istediği kişi olamayacaktı sadece olduğu kişiydi işte. Pansiyonuna döndü çok mutsuzdu, öncede ölmek istediğini düşündü zaman zaman ama şimdiki duygusu dayanılmazdı, uyumasına yardımcı olan bir kutu uyku ilacını avucuna doldurdu, bir anlık mantıklı gelen istekle hepsini yuttu. Pişmanlık duymadı nedense, hatta seviniyordu yorulmuştu böyle bir hayatı yaşamayı, derken kapı çaldı, ilaçlar etkisini göstermemişti daha. Kapıda demin yanlarına gittiği kalabalık grup vardı, onun bu haline üzülüp geldiklerini eğer kabul ederse onlarla kulübe gelip gelmeyeceklerini sordular. İlaç içtiğini unutup neşeyle peki dedi. Yoldayken aklına geldi ki bir kutu ilaç içmişti ve ilaçlar etkisini göstermek üzereydi, can havliyle kustu oracığa, demin ona acıyan yeni arkadaşlarının bacaklarına kollarına. Yeni arkadaşları sürekli kusan bu adamdan hızlıca uzaklaştılar, yine yalnızdı. Midesinde ne varsa kustu ve kusmuğundaki ilaç katarlarına bakarak,
>hayat yaşamaya değer…
dedi.
Akşama kadar iskeledeki yastık şezlonglarda uyuyor arada bir denize giriyor, sonra denizden çıkıp tekrar uyuyordu.
Gece olmuştu yine, tam üç gündür buradaydı ve daha ikinci günden sıkılmıştı. Kendini avuttuğu tek bir yalan vardı, “kimbilir kaç kişi yerimde olmak ister” ama tatil için bile onun yerinde olmak isteyecek adam zor bulunurdu. Duşunu çoktan almış ve beleş diye uzun uzun yıkanmış su akıtmıştı. En beğendiği kıyafetlerini giydi, bulunduğu pansiyonun biraz aşağısındaki gece kulübüne gidip 34 yıllık bekaretini bozacak kadını bulacaktı daha doğrusu umuyordu.
Kapıdaki güvenlik uzun boylu, geniş omuzlu, yanık tenli, küçük kafalı bir adamdı. Onu geçmek pek kolay olmayacak diye düşündü içinden, kapıya doğru kendinden emin adımlarla hani sanki yıllardır böyle ortamlara sorun olmadan girer çıkarım, beni durdurmaya kalkarsan öküzlük sendedir, edasını takındı, tam kapıdan girecekken güvenlik önüne geçti,
>birader damsız almıyoruz,
>beni tanımıyor musun?
>….
>iyice bir bak
>aa pardon özür dilerim geçin buyurun,
>valla mı?
>dur ulan hıyar, damsız giremezsin!
“Beni içeri sokmazsan damı nereden bulayım” diye iç geçirdi, arkasına bakarak gitmeye başladı zira burası ıssız bir yerdi, bu gece kulübüne gitmezse yapacak tek şeyi eve gidip içmek olacaktı.
Pansiyona gelmek üzereyken, birkaç ses ve gülüşmeler duydu, hemen o yöne saptı. Bir evin bahçesine kadınlı erkekli bir gurup içiyor ve sohbet ediyorlardı. Yanlarına yanaştı ve,
>parti biletli mi?
>ne partisi?
>İşte bu parti eğlenerek gülüyorsunuz ya?
>biz hep böyleyiz bize parti gibi gelmedi de bir an pardon
>…
>katılsana bize, hey?
O an anladı ki hayatı çok boktandı ve asla olmak istediği kişi olamayacaktı sadece olduğu kişiydi işte. Pansiyonuna döndü çok mutsuzdu, öncede ölmek istediğini düşündü zaman zaman ama şimdiki duygusu dayanılmazdı, uyumasına yardımcı olan bir kutu uyku ilacını avucuna doldurdu, bir anlık mantıklı gelen istekle hepsini yuttu. Pişmanlık duymadı nedense, hatta seviniyordu yorulmuştu böyle bir hayatı yaşamayı, derken kapı çaldı, ilaçlar etkisini göstermemişti daha. Kapıda demin yanlarına gittiği kalabalık grup vardı, onun bu haline üzülüp geldiklerini eğer kabul ederse onlarla kulübe gelip gelmeyeceklerini sordular. İlaç içtiğini unutup neşeyle peki dedi. Yoldayken aklına geldi ki bir kutu ilaç içmişti ve ilaçlar etkisini göstermek üzereydi, can havliyle kustu oracığa, demin ona acıyan yeni arkadaşlarının bacaklarına kollarına. Yeni arkadaşları sürekli kusan bu adamdan hızlıca uzaklaştılar, yine yalnızdı. Midesinde ne varsa kustu ve kusmuğundaki ilaç katarlarına bakarak,
>hayat yaşamaya değer…
dedi.
Evden çıkmadan neden yapmadın?
Evden çıkmadan kakamı yapsaydım keşke diye düşündü, zira bu ada ekspresindeki tuvaletler çok pis ve girilmeye yeter değillerdi. Bu hızlı tren daha üç saat durmayacaktı ve dursa da sıçmak için yeterli vakit sağlamayacaktı, tren içersinde yürümeye başladı, eğildi, kasıldı, bağırdı ama ne yaptıysa yeterli olamadı.
Saatler geçmiş ama bu ıstırabı geçmemiş hatta artarak çoğalmıştı. Tek çaresinin tuvalete girmek olduğunu anladı o an ya da bir şişe bulup şahsi kompartımanlardan birinde işini halledecekti. Ama artık adım atmaya mecali kalmamış boşa harcadığı zamanlara yanıyordu.
Aklına o anda bir fikir geldi, hani bazen bir şey düşünürsün çok mantıklı gelir ama uyguladıkça delice bir şey olduğunu anlarsın ya? Ha işte öyle bir fikir.
On dakika sonra kapılardan birini açmış ve saatte 80km yapan bir trenden aşağıya doğru sıçıyordu. Rahatlamasının yanında başka bir düşüncesi yoktu. Zaman ilerliyor kaka bitmek bilmiyor ve onu telaşlandırıyordu, o sırada kompartımandan biri hışımla arada kapıların bulunduğu boşluğa doğru fırladı, uzun boylu, kurnaz gözüken, yapılı, civanmert biriydi bu.
>ne yapıyorsun lan kalıbını ziktiğimin, şu halime bak!
>özür dilerim!
>başlarım özrüne hadi bitir şunu da seni polise vereyim,
>yapma abi mecbur kaldım
>sen de normal insanlar gibi evden çıkmadan yapsaydın ya !
O andan sonra aklında annesinin sürekli söylediği “evden çıkmadan neden yapmadın” tembihi çınlamaya başlamıştı, annelerin sıklıkla tembih ettiği bu şey ona şimdi ızdırap veriyor ve annesinin sözünü dinlemediğine yanıyordu.
Kakasını bitirince üzerine sıçtığı adam tarafından bir sonraki garda güvenlik görevlilerine teslim edildi, ve çıkarıldığı mahkemede toplum huzurunu bozmaktan dört ay hapis cezası aldı. O günden sonra ismi Niyazi kaldı, çünkü nasıl düştün diye her sorana “bok yoluna düştüm” diye cevap veriyordu.
Saatler geçmiş ama bu ıstırabı geçmemiş hatta artarak çoğalmıştı. Tek çaresinin tuvalete girmek olduğunu anladı o an ya da bir şişe bulup şahsi kompartımanlardan birinde işini halledecekti. Ama artık adım atmaya mecali kalmamış boşa harcadığı zamanlara yanıyordu.
Aklına o anda bir fikir geldi, hani bazen bir şey düşünürsün çok mantıklı gelir ama uyguladıkça delice bir şey olduğunu anlarsın ya? Ha işte öyle bir fikir.
On dakika sonra kapılardan birini açmış ve saatte 80km yapan bir trenden aşağıya doğru sıçıyordu. Rahatlamasının yanında başka bir düşüncesi yoktu. Zaman ilerliyor kaka bitmek bilmiyor ve onu telaşlandırıyordu, o sırada kompartımandan biri hışımla arada kapıların bulunduğu boşluğa doğru fırladı, uzun boylu, kurnaz gözüken, yapılı, civanmert biriydi bu.
>ne yapıyorsun lan kalıbını ziktiğimin, şu halime bak!
>özür dilerim!
>başlarım özrüne hadi bitir şunu da seni polise vereyim,
>yapma abi mecbur kaldım
>sen de normal insanlar gibi evden çıkmadan yapsaydın ya !
O andan sonra aklında annesinin sürekli söylediği “evden çıkmadan neden yapmadın” tembihi çınlamaya başlamıştı, annelerin sıklıkla tembih ettiği bu şey ona şimdi ızdırap veriyor ve annesinin sözünü dinlemediğine yanıyordu.
Kakasını bitirince üzerine sıçtığı adam tarafından bir sonraki garda güvenlik görevlilerine teslim edildi, ve çıkarıldığı mahkemede toplum huzurunu bozmaktan dört ay hapis cezası aldı. O günden sonra ismi Niyazi kaldı, çünkü nasıl düştün diye her sorana “bok yoluna düştüm” diye cevap veriyordu.
Thursday, August 28, 2008
Kızlar ve Ben
Bu cins ile tanışıklığım ikili yaşlarıma rastlar. İlk kez teyzemlere gittiğimde, altı değiştirilen komşu kızının pipisi olmadığında anladım gerçeği, yani tam da anlamadım aslında ve sordum anneme, "anne bu kızın pipisi nerede" diye, "o kız" cevabını aldığımda kızlar ve erkekleri çözdüm, Pipisizler ve pipililer. Bunu uzun süre bir özür olarak gördüm çünkü bizde olan onlarda yoktu, onlar bizden eksikti baba! Tabi bu tezimin çürümesi için on iki sene beklemem gerekti orta okuldaki memeleri büyümüş kızlar!!
Hayatım tamamen değişti artık başka bir ben olmuştum, salak mıydım bilmiyorum ama meme teyzelerde olan, ananelerde olan bir şeydi, dokunma şansımız olmayan bir şeydi. (bu arada konu memeye nereden geldi konu kızlardı)
Kızlardan tüm ortaokul hayatım boyunca kaçtım, memeleri gibi hormonlarıda gelişmiş ve onların karşı cinse karşı saldırgan olmalarını sağlamıştı sanki. Çok yakışıklı olmamama rağmen çıkma teklifleri alıyor, hepsine olmaz diyordum. Nedeni basitti kızlar iki çeşitti; memeli kızlar ve memesiz kızlar. Şansım memesiz kızlardan yanaydı. Madem bir kızla çıkmak zorundayım bunu memeliden yana kullanmak istiyordum tabi.
Bilmiyorum biraz ahmakça geliyor ama çok şansım olmasına rağmen, kızlarla gezip havalı olmak varken, misket, gazoz kapağı ve mahalle maçı aktivitelerini seçtim. O zaman bunları yaptığım arkadaşlarımın çelimsiz, şişman, ağzı bozuk ve bilimum kötü özellikle dolu olması beni gerçeğe uyandıramamıştı. Onların başka çareleri yoktu.
Kızların ne menem bir şey olduklarını anlamam lise yıllarıma tekabül etti. Tabi o zamanki halim; sivilceli, kafası vücüduyla orantısız büyük, ilginç bıyıklı, sesi görüntüsüne inat kalın biriydim. Artık anlıyordum kızların ne menem bir şey olduğunu istiyordum onları evet hazırdım ama artık onlar bana bakmıyordu, sadece benim istemediğim bir kaç kız sinyal veriyordu.
Niyetimi bozdum, daha önce bir iki kez muhabbetim olmuş Betül isminde bir kız vardı, bir gözü yeşil bir gözü maviydi, ince ve uzundu, uu beybi gibi bir poposu, kayda değer göğüsleri vardı kulakları çınlasın. Çıkma teklif ettim arkadaşımın, arkadaşının bir tanıdığı vasıtası ile. Benden düşünmek için süre istedi. Çıkma tekliflerinde süre istemek bir adetti, eğer hemen kabul ederse onun orospu olduğunu düşünmemden korkuyordu. Sonra kabul etti. İlk buluşmamızda onu lüks bir pideciye götürdüm, gerçekten çok pahalıydı. Bir kaç çay içtikten sonra birbirimize ısındık ben bir kaç anımı anlattım, o da sanki mecburmuş gibi her anımdan sonra kendi anısını anlattı. Hikayeleri gerçekten garipti, "inşaatın önünden geçiyordum bir de baktım bir amele bana çükünü gösterdi", "otobüse bindim yer verdiğim gazi bana çükünü gösterdi", "amcam bana çükünü gösterdi", tabiki kayıtsız kalamadım ben de gösterdim, artık benden bir sonraki güne bir anısı var ve duydum ki ürolog olmuş.
Betül'den sonra dikiş tutturamadım, tek cinsel deneyimim erkek arkadaşlarıma ölümüne pandik atmaktan öteye gidemiyordu. Sonra Derya ile tanıştım lisemize yeni katılmış önceki okulundan din hocası ile basıldığından atılmıştı. Kızlar onu aralarına almıyor erkekler öküzce saldırıyorlardı, doğruyu görüp ona arkadaşça yaklaştım. İyi puanlar aldım amacımın onu zikmekten çok bir şeyler paylaşmak olduğuna inandırdım ve birr güün, hiç bir şey olmadı! Onu arkadaşı olduğuma o kadar çok inandırdım ki ona köpekmiş gibi davranan bütün erkeklere verdi hatta bir kaç kızada ama bana vermedi.
Lise yıllarım bu ve bunun gibi bir çok kara hikayelerle doldu taştı, tek başarım beden hocasının bana açıkça yazmasıydı. Bütün kızlar kıskanıyordu beni, çünkü gay beden hocamız hatırı sayılır derecede yakışıklıydı.
Lise bitmişti, ben artık kızlardan umudumu kesmiş kendimi Fen, matematik ve türkçe bilimlerine vermiştim bir yıl gördüğüm karşı cins annem ve kız kardeşimdi. Çalışmalarım meyvesini vermiş babam üniversiteyi kazanışımı kutlamak için tonla elma, armut, üzüm, karpuz almıştı.
"Marmara Üniversitesi" kapsından girdiğim günü hatırlıyorum da, tek düşüncem önümden giren kızın belindeki gamzelerdi! Aslında ben yine bir büyük yıkım olarak görüyordum üniversiteyi, ortaokuldaki aşırı ilgi, lisedeki aşırı ilgisizlik beni belirsizliğe sürüklemişti. Sadece üniversite mezunu üst kat komşumuz Salih abinin "olum üniversitede zikmediğim kız kalmadı sen bu tiple öttürürsün lan" sözleri yüreğime su serpiyordu. İsmi salih olan bir insan bunları yaptıysa ben de yapardım.
Dedim ya üniversiteyi anlatmaya gerek yok, bir sürü ahlaksızlık. Aşk ve iyiliğe inancın bitmesi falan. Tabi nadasa bırakılan beden bir ekici gelene kadar öyle bekledi, şimdi bir ekicim var mutluyum ve iyiki kızlarla bu denli acayip ilişkilere girmişim.
Hayatım tamamen değişti artık başka bir ben olmuştum, salak mıydım bilmiyorum ama meme teyzelerde olan, ananelerde olan bir şeydi, dokunma şansımız olmayan bir şeydi. (bu arada konu memeye nereden geldi konu kızlardı)
Kızlardan tüm ortaokul hayatım boyunca kaçtım, memeleri gibi hormonlarıda gelişmiş ve onların karşı cinse karşı saldırgan olmalarını sağlamıştı sanki. Çok yakışıklı olmamama rağmen çıkma teklifleri alıyor, hepsine olmaz diyordum. Nedeni basitti kızlar iki çeşitti; memeli kızlar ve memesiz kızlar. Şansım memesiz kızlardan yanaydı. Madem bir kızla çıkmak zorundayım bunu memeliden yana kullanmak istiyordum tabi.
Bilmiyorum biraz ahmakça geliyor ama çok şansım olmasına rağmen, kızlarla gezip havalı olmak varken, misket, gazoz kapağı ve mahalle maçı aktivitelerini seçtim. O zaman bunları yaptığım arkadaşlarımın çelimsiz, şişman, ağzı bozuk ve bilimum kötü özellikle dolu olması beni gerçeğe uyandıramamıştı. Onların başka çareleri yoktu.
Kızların ne menem bir şey olduklarını anlamam lise yıllarıma tekabül etti. Tabi o zamanki halim; sivilceli, kafası vücüduyla orantısız büyük, ilginç bıyıklı, sesi görüntüsüne inat kalın biriydim. Artık anlıyordum kızların ne menem bir şey olduğunu istiyordum onları evet hazırdım ama artık onlar bana bakmıyordu, sadece benim istemediğim bir kaç kız sinyal veriyordu.
Niyetimi bozdum, daha önce bir iki kez muhabbetim olmuş Betül isminde bir kız vardı, bir gözü yeşil bir gözü maviydi, ince ve uzundu, uu beybi gibi bir poposu, kayda değer göğüsleri vardı kulakları çınlasın. Çıkma teklif ettim arkadaşımın, arkadaşının bir tanıdığı vasıtası ile. Benden düşünmek için süre istedi. Çıkma tekliflerinde süre istemek bir adetti, eğer hemen kabul ederse onun orospu olduğunu düşünmemden korkuyordu. Sonra kabul etti. İlk buluşmamızda onu lüks bir pideciye götürdüm, gerçekten çok pahalıydı. Bir kaç çay içtikten sonra birbirimize ısındık ben bir kaç anımı anlattım, o da sanki mecburmuş gibi her anımdan sonra kendi anısını anlattı. Hikayeleri gerçekten garipti, "inşaatın önünden geçiyordum bir de baktım bir amele bana çükünü gösterdi", "otobüse bindim yer verdiğim gazi bana çükünü gösterdi", "amcam bana çükünü gösterdi", tabiki kayıtsız kalamadım ben de gösterdim, artık benden bir sonraki güne bir anısı var ve duydum ki ürolog olmuş.
Betül'den sonra dikiş tutturamadım, tek cinsel deneyimim erkek arkadaşlarıma ölümüne pandik atmaktan öteye gidemiyordu. Sonra Derya ile tanıştım lisemize yeni katılmış önceki okulundan din hocası ile basıldığından atılmıştı. Kızlar onu aralarına almıyor erkekler öküzce saldırıyorlardı, doğruyu görüp ona arkadaşça yaklaştım. İyi puanlar aldım amacımın onu zikmekten çok bir şeyler paylaşmak olduğuna inandırdım ve birr güün, hiç bir şey olmadı! Onu arkadaşı olduğuma o kadar çok inandırdım ki ona köpekmiş gibi davranan bütün erkeklere verdi hatta bir kaç kızada ama bana vermedi.
Lise yıllarım bu ve bunun gibi bir çok kara hikayelerle doldu taştı, tek başarım beden hocasının bana açıkça yazmasıydı. Bütün kızlar kıskanıyordu beni, çünkü gay beden hocamız hatırı sayılır derecede yakışıklıydı.
Lise bitmişti, ben artık kızlardan umudumu kesmiş kendimi Fen, matematik ve türkçe bilimlerine vermiştim bir yıl gördüğüm karşı cins annem ve kız kardeşimdi. Çalışmalarım meyvesini vermiş babam üniversiteyi kazanışımı kutlamak için tonla elma, armut, üzüm, karpuz almıştı.
"Marmara Üniversitesi" kapsından girdiğim günü hatırlıyorum da, tek düşüncem önümden giren kızın belindeki gamzelerdi! Aslında ben yine bir büyük yıkım olarak görüyordum üniversiteyi, ortaokuldaki aşırı ilgi, lisedeki aşırı ilgisizlik beni belirsizliğe sürüklemişti. Sadece üniversite mezunu üst kat komşumuz Salih abinin "olum üniversitede zikmediğim kız kalmadı sen bu tiple öttürürsün lan" sözleri yüreğime su serpiyordu. İsmi salih olan bir insan bunları yaptıysa ben de yapardım.
Dedim ya üniversiteyi anlatmaya gerek yok, bir sürü ahlaksızlık. Aşk ve iyiliğe inancın bitmesi falan. Tabi nadasa bırakılan beden bir ekici gelene kadar öyle bekledi, şimdi bir ekicim var mutluyum ve iyiki kızlarla bu denli acayip ilişkilere girmişim.
Subscribe to:
Posts (Atom)